Devrecar Car Rental
KAPAT

İstanbul Tarihi ve Gezilecek Yerler

Dünya üzerinde tarih kokan, kültürlerin buluşma noktası olan ender şehirlerden biri olan İstanbul, yüzyıllar boyunca farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmıştır. Boğaz'ın kıyısında muazzam güzellikte yükselen bu şehir, hem Asya hem de Avrupa kıtaları üzerinde yer almasıyla eşsiz bir coğrafi konuma sahiptir.

İstanbul'un tarihi, Roma İmparatorluğu'nun başkenti Byzantium'dan Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti Konstantinopolis'e, günümüzdeki adıyla İstanbul'a uzanan bir serüveni içerir. Bu tarihi şehir, Bizans, Roma, Latin İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu'nun izlerini taşır.

Bizans İmparatorluğu'nun önemli yapılarından Ayasofya, mimari şaheseriyle dikkat çeker. Yapıldığı dönemde dünyanın en büyük katedrali olan Ayasofya, daha sonra Osmanlı İmparatorluğu tarafından camiye çevrilmiş ve günümüzde müze olarak hizmet vermektedir.

Osmanlı İmparatorluğu'nun ise Topkapı Sarayı, Sultanahmet Camii ve Yerebatan Sarnıcı gibi önemli eserleri İstanbul'un tarihine damgasını vurmuştur. Topkapı Sarayı, Osmanlı padişahlarının yaşadığı ve devletin yönetildiği ana merkez olarak uzun yıllar hizmet vermiştir.

İstanbul, sadece tarihiyle değil, aynı zamanda göz alıcı doğal güzellikleri ve modern yaşam alanlarıyla da büyüleyicidir. Boğaziçi'nin kıyısında yer alan Ortaköy, etkileyici mimarisi, boğaz manzarası ve renkli gece hayatıyla öne çıkan bir semttir.

Galata Kulesi, tarihi Yedikule Zindanları, Kız Kulesi ve İstanbul Boğazı'nın muazzam manzarasına hakim tepelerden biri olan Çamlıca Tepesi, şehri yüksekten görmek isteyen ziyaretçiler için mükemmel noktalardır.

İstanbul'un kapılarını aralayan tarihi ve kültürel zenginlikleriyle her daim büyüleyici bir şehir olma özelliğini korur. Günümüzde modern yaşamın içinde eski zamanların izlerini sürmek, İstanbul'u keşfetmek isteyenler için unutulmaz bir deneyim sunmaktadır.

Ayasofya

İstanbul'un simgelerinden biri olan Ayasofya, tarihi ve mimarisiyle dünya çapında tanınan eşsiz bir yapıdır. Binlerce yıl boyunca çeşitli amaçlarla kullanılan Ayasofya, İstanbul'un siluetini şekillendiren ve farklı dönemlerin izlerini taşıyan bir anıttır.

Ayasofya'nın tarihi, MS 537 yılına kadar uzanmaktadır. Bizans İmparatoru I. Justinianus'un emriyle inşa edilen bu muazzam kilise, 916 yıl boyunca İstanbul'un en büyük katedrali olarak hizmet verdi. Ayasofya, Bizans İmparatorluğu'nun başkenti Konstantinopolis'in dini merkezi olarak önemli bir rol oynadı.

Ancak, 1453 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nun İstanbul'u fethetmesiyle Ayasofya camiye dönüştürüldü. Bu dönemde iç mekanında yapılan değişikliklerle İslam mimarisinin etkisiyle şekillenen Ayasofya, cami olarak uzun yıllar kullanıldı.

Osmanlı İmparatorluğu'nun sona ermesiyle, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk tarafından 1935 yılında Ayasofya'nın müze olarak kullanılması kararı alındı. Bu dönemde, Ayasofya'nın hem Hristiyan hem de Müslüman kültürlerin izlerini taşıyan eşsiz bir mozaik koleksiyonuna ev sahipliği yaptığı keşfedildi.

Ancak, 2020 yılında Türkiye Cumhuriyeti hükümeti tarafından alınan bir kararla Ayasofya tekrar cami olarak kullanılmaya başlandı. Bu karar, dünya genelinde tartışmalara neden oldu ve Ayasofya'nın tarihinde yeni bir dönemin başlangıcını işaret etti.

Ayasofya'nın mimarisi, geçirdiği farklı kullanımların izlerini taşımaktadır. Kupolusu, sütunları ve mozaikleriyle dikkat çeken bu yapı, mimari açıdan benzersizdir. İslam ve Hristiyan sanatının bir araya geldiği bu eser, ziyaretçilere tarih boyunca değişen kültürel etkileşimleri deneyimleme fırsatı sunmaktadır.

Ayasofya, sadece bir yapı değil, aynı zamanda tarihi bir miras ve kültürel bir simge olarak önemini korumaktadır. Binlerce yıldır değişen kullanımlarıyla Ayasofya, İstanbul'un geçmişini günümüze taşıyan bir tanıktır. Her bir ziyaretçi, bu eşsiz yapıda farklı zaman dilimlerini ve kültürleri keşfetme şansına sahiptir.

Topkapı Sarayı

Osmanlı İmparatorluğu, dünyanın en geniş sınırlara ulaşmış ve yüzyıllarca hakimiyetini sürdürmüş imparatorluklarından biri. Bu köklü tarihin ve ihtişamlı yapının 400 yıl boyunca yönetildiği, sultanların ve ailelerinin yaşadığı Topkapı Sarayı ise bütün görkemiyle Tarihi Yarımada’da görülmeyi bekliyor.
Topkapı Sarayı, Osmanlı Sultanlarının ikametgâhı, devletin yönetim ve eğitim merkezidir. İstanbul fatihi Sultan II. Mehmed tarafından 1460-1478 tarihleri arasında yaptırılmış olan ve zaman içerisinde bazı ilavelerin yapıldığı sarayda, Osmanlı padişahları ve Saray halkı 19'uncu yüzyıl ortalarına kadar ikamet etmiştir. Topkapı Sarayı, Osmanlı monarşisi 1922’de kaldırıldıktan sonra, 3 Nisan 1924’te Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle müzeye dönüştürülmüştür.

Fatih Sultan Mehmed, fetihten sonra Beyazıt’ta bugünkü İstanbul Üniversitesi’nin bulunduğu yerde, daha sonra “Eski Saray” olarak anılacak olan bir saray yaptırmıştır. Fatih, bu ilk saraydan sonra, önce Çinili Köşk’ü, ardından da yapımı tamamlandığında yerleşecek olduğu Topkapı Sarayı’nı inşa ettirmiştir. Fatih, bu saraya Osmanlıca'da “Yeni Saray” anlamına gelen “Saray-ı Cedid” ismini vermiştir. Yeni Saray’a Topkapı Sarayı denmesi ise şöyle gerçekleşmiştir: Sultan I. Mahmud tarafından Bizans surlarının yakınına yaptırılan ve önündeki selam topları nedeniyle “Topkapusu Sahil Sarayı” denilen büyük ahşap sahil sarayı bir yangında tamamen kül olunca, bu sarayın ismi yeni saraya verilmiştir.
Yüzyıllarca gelişen ve büyüyen Topkapı Sarayı’nın planının belirlenmesinde Osmanlı devlet felsefesi ile Saray-tebaa ilişkilerinin büyük rolü olmuştur. Ayrıca Topkapı’nın ilk inşa edildiği dönemde, Fatih Sultan Mehmed’in babası Sultan II. Murad’ın Tunca Nehri kenarında yaptırmış olduğu ve günümüze sadece kalıntıları ulaşan Edirne Sarayı’nın planından olduğu kadar ihtişamından da esinlenildiği bilinmektedir.
Topkapı Sarayı, mütevazı bir saraydır; imparatorluğun büyük harcamaları daha çok muhteşem camiler, kışlalar, köprüler, kervansaraylar ve konaklama tesisleri için yapılmıştır. 16. yüzyılın ünlü mimarı Mimar Sinan bile bu sarayda sadece bir bölüm inşa etmiştir. Ama sarayın kendine özgü binaları, nefis çinileri ve tabiatla iç içe geçmiş yapısı kadar, Sarayburnu’ndaki konumu da ona doğal bir güzellik ve ihtişam verir. Topkapı Sarayı Müzesi ve Harem Gezisi’nde görülecek yerler arasında sarayın Harem bölümü, Hırka-ı Saadet Dairesi ve Has Oda bölümü, Babü’s Saade bölümü ve Köşkler Bahçesi bölümü bulunuyor.
En şatafatlı düğünlerinin, tahta çıkma törenlerinin ya da entrikalarının ve hüzünlü hikayelerine şahit olan bu sarayda burada kendinizi tarihin kollarına bırakarak eşsiz bir tarih ziyafetine ortak olabilirsiniz.

Kapalı Çarşı

Eskiden esnafa olan güven duygusu halkın birikmiş parasının, bir banka gibi onlara verilmesine ve işletilmesine neden olurdu. Günümüzde birçok sokaktaki dükkânlar fonksiyon değişikliğine uğramıştır. Yorgancılar, terlikçiler, fesçiler gibi meslek grupları sadece sokak ismi olarak kalmıştır. Çarşının ana caddesi sayılan sokakta çoğunlukla mücevher dükkânları, buraya açılan yan bir sokakta altıncılar bulunur. Oldukça küçük olan bu dükkânlar değişik fiyat ve pazarlıkla satış yaparlar. Kapalıçarşı renk ve atraksiyon olarak her ne kadar eski canlılığını koruyor ise de, 1970'li yıllardan itibaren İstanbul’u ziyarete gelen turist grupları için alışveriş olanakları, çarşının ana girişindeki modern ve büyük kuruluşlar tarafından sağlanmaktadır. Haliç kıyısındaki Mısır Çarşısı da daha küçük ölçüde bir kapalı çarşıdır. Galata semtinde 15. yüzyılda kalma diğer bir küçük kapalı çarşı da hâlen kullanılmaya devam etmektedir.
Kapalı Çarşı günün her saatinde hareketli ve kalabalıktır. Esnaf, ziyaretçileri ısrarlı olarak kendi mağazasına çağırır. Çarşı girişinde gelişen konforlu, büyük mağazalar Türkiye’de elde imal edilen ve ihracatı yapılan hemen hemen bütün eşyaları satışa sunmaktadır. El halıları ve mücevherat geleneksel Türk sanatının en güzel örnekleridir. Bunlar kalite ve orijin belgeleri ile satılır ve dünyanın her tarafına garantili gönderme yapılır. Halı ve mücevheratın yanında meşhur Türk işi gümüşten yapılmış eserler, bakır, bronz hediyelik ve dekoratif eşya, seramik, oniks ve deriden mamul, üstün kaliteli, Türkiye hatıraları zengin bir koleksiyon oluştururlar. Batılı yazarlar, seyahatname ve anılarında Kapalıçarşı’ya geniş yer ayırmışlardır.
İstanbul’un en eski çarşısının içinde alışveriş yapmanın yanı sıra, burada satılan her şeyin İstanbul’un kadim ruhunu yansıttığını göreceksiniz.

Yerebatan Sarnıcı

Yerebatan Sarnıcı İstanbul'un Avrupa yakasında bulunan, şehrin en büyük kapalı sarnıcı. Ayasofya binasının güneybatısındaki küçük bir binadan girilir. Sütun ormanı görünümündeki mekanın tavanı tuğla örülü, çapraz tonozludur. Sarnıç, Bizans imparatoru I. Justinianus tarafından yaptırılmıştır.
İstanbul'un görkemli tarihsel yapılarından birisi de Ayasofya’nın güneybatısında bulunan Bazilika Sarnıcı’dır. Bizans İmparatoru I. Justinianus (527-565) tarafından yaptırılan bu büyük yeraltı sarnıcı, suyun içinden yükselen ve sayısız gibi görülen mermer sütunlar sebebiyle halk arasında “Yerebatan Sarayı” olarak isimlendirilmiştir.Sarnıcın bulunduğu yerde daha önce bir Bazilika bulunduğundan, Bazilika Sarnıcı olarak da anılır.
Sarnıç, uzunluğu 140 metre, genişliği 70 metre olan dikdörtgen biçiminde bir alanı kaplayan, dev bir yapıdır. Toplam 9.800 m2 alanı kaplayan bu sarnıç, yaklaşık 100.000 ton su depolama kapasitesine sahiptir.
Bir efsaneye göre Medusa, Yunan mitolojisinde yeraltı dünyasının dişi canavarı olan üç Gorgona’ dan biridir. Bu üç kız kardeşten yılan başlı Medusa, kendisine bakanları taşa çevirme gücüne sahiptir. Bir görüşe göre o dönemde büyük yapılar ve özel yerleri korumak için Gorgona resim ve heykelleri kullanılırdı ve sarnıca Medusa başının konulması da bu yüzdendir.

Çemberlitaş

Çemberlitaş, İstanbul'un Avrupa Yakası'nda bulunan Fatih ilçesinde bir semttir. Bir semt olduğundan kesin sınırları çizilememekle birlikte, idari olarak Mollafenari, Binbirdirek ve Eminsinan mahallelerinin bir kısmını kapsadığı söylenebilir. Semt adını, merkezinde bulunan Çemberlitaş Sütunu'ndan almaktadır.
Çemberlitaş Hamamı, Çemberlitaş’ta Divanyolu üzerinde, I. Constantinus’un (M.S. 324-337) diktirdiği anıtın Vezir Hanı tarafında yer alır. Hamam’ın karşısında Köprülü Mehmed Paşa Camii, medresesi ve türbesi, yanında Vezir Hanı, eski Dar’ül-fünun binası, civarında ise Sultan II. Mahmud Türbesi ve haziresi, Köprülü Kütüphanesi, Atik Ali Paşa Camii, medresesi ve Ali Baba Türbesi mevcuttur.
Hamam, Sultan II. Selim’in kadını ve Sultan III. Murad’ın annesi Nûrbânû Sultan tarafından Üsküdar’da Toptaşı’ndaki, Vâlide-i Atik Külliyesi’ne gelir getirmesi için yaptırılmış ve vakfedilmiştir. Hamam Tuhfet’ül-mi’mârin’e göre Mimar Sinan yapısıdır. Kitabesinden anlaşıldığına göre hamam’ın yapılış tarihi 1584′tür.
Çemberlitaş Hamamı birbirinin tamamen benzeri ve yan yana bitişik bir çifte hamam olarak planlanmıştır. Erkekler kısmının girişi Vezir Hanı Caddesi üzerindedir ve yol kotunun zamanla yükselmesi sonucunda bugün on basamakla inilen çukur bir giriş niteliğindedir. Giriş üzerinde bir saçak mevcuttur. Giriş kapısı üzerinde, etrafı rumilerle bezeli, üç sıra halinde hazırlanmış altı mısralı bir kitabe vardır. Kadınlar kısmının girişi ise Divanyolu Caddesi üzerinde Sultan Mahmut Türbesi tarafından olmalıdır.

Galata Kulesi

Kule yığma moloz taş örgü sistemde inşa edilmiştir. Dış cephe taş örgüdür. Girişte ki kitabede 16 mısralık methiye II. Mahmut döneminde yapılan restorasyondan dolayı II. Mahmut içindir. Kapının üzerindeki yuvarlak kemerli pencere askerlerin gözetleme yeri idi. Yüksek giriş katından sonra dokuz katlı bir yapıdır. Silindirik gövdesi üzerinde ki pencereler tuğla örgülü yuvarlak kemerlidir. Külah çatının hemen altındaki son iki katın gelişimi silindirik gövdeyi çevreleyen profilli silmelerle vurgulanmıştır. Külah çatının altındaki katı sarmalayan metal süslemeli şebekeli seyir balkonu mevcuttur.alt katında ise derin Nişli payelere oturan yuvarlak kemerler ve içerisinde tuğla örgü yuvarlak kemerli pencereler mevcuttur.
Bugün yapının üçüncü kata kadar olan kısmının Ceneviz, diğer katlarının Osmanlı karakteri taşıdığı gözlenmektedir. Yapı günümüzde sosyal ve kültürel faaliyetler için kullanılmaktadır. Strüktürel olarak sağlamdır. Galata kulesi ilk olarak Bizans imparatoru justinianos tarafından M.S. 507-508 yılında inşa edilmiştir. Günümüzdeki kuleyi 1348-49 yılında Cenevizliler yeniden inşa etmiştir. Kule 1445-46 yılları arasında yükseltilmiştir. 1500'lü yıllarda depremden zarar görerek, mimar Murad bin Hayreddin tarafından onarılmıştır.
III. Selim döneminde kule onarıldıktan sonra, kulenin üst katına bir cumba eklenir.1831'de kule bir yangın daha geçirir, II.Mahmut kulenin üzerine iki kat daha çıkar ve külah biçiminde olan ünlü dam örtüsüyle kulenin tepesi kapatılır. 1960 yılında tekrar restorasyon yapılır.1864'teki imar çalışmalarında eteğindeki avlusunu, kapılarını, kıyıya inen sur duvarlarını kaybetmiş, hendekler doldurulmuştur. Kulenin dibinden itibaren bir taraftan tepebaşı, diğer taraftan Tophane’ye uzanan Türk mezarlığı yok edilmiştir. Eski ahşap Türk evlerinin yerine, batı tarzlı apartmanlar yapılmıştır. Yapı son olarak 1967'de onarım görmüştür.

Rumeli Hisarı

Hisarlar Müzesi; Rumelihisarı, Fatih belediyesine bağlanmış ve Garipçe Kalesi Müdürlüğüne altındadır. Aralarında öne çıkansa Rumelihisarı. Sarıyer’de 30 dönümlük alanı kaplayan Hisar, bulunduğu mevkiye de adını veriyor. Fatih Sultan Mehmet tarafından, 1452 yılında, İstanbul’un fethinden önce, Boğaz’ın kuzeyinden gelebilecek saldırı ve yardımları engellemek amacıyla, dört ay gibi kısa bir sürede inşa ettirildi. Bu eser, 1394’te Sultan I. Beyazıt’ın yaptırdığı Anadoluhisarı’nın tam karşısında ve İstanbul Boğazı'nın en dar ve akıntılı kısmında konumlanıyor.

Rumelihisarı'nın adı Fatih vakfiyelerinde “Kulle-i Cedide”, Neşri tarihinde “Yenice Hisar”; Kemalpaşazade, Aşıkpaşazade ve Nişancı tarihlerindeyse “Boğazkesen Hisarı” olarak geçiyor. Yapımda kullanılan keresteler İzmit ve Karadeniz Ereğlisi'nden, taşlar Anadolu'nun değişik yerleri ve çevredeki harap Bizans yapılarından elde edilmiş. Bu anıt yapı, 1953 yılında büyük bir restorasyon geçirerek müze olarak düzenlendi ve 1968’te ziyarete açıldı. Bu sırada eklenen açık tiyatro yapısında günümüzde etkinlikler düzenlenmemektedir. Tiyatro sahnesinin bulunduğu yere Rumelihisarı’nın inşası sırasında yapılan fakat daha sonra yıkılan cami orjinaline uygun olarak 2014 yılında yeniden yapılmıştır. etkinliklere de ev sahipliği yapıyor.

“Dağ Kapısı”, “Dizdar Kapısı”, “Hisarpeçe Kapısı” ve “Sel Kapısı” olmak üzere dört esas ve “Mezarlık Kapısı” adlı bir tali kapısı var. “Saruca Paşa”, “Halil Paşa”, “Büyük Zağanos Paşa” ve “Küçük Zağanos Paşa” adlı dört büyük kulesiyle, irili ufaklı toplam 17 adet kulesi bulunuyor. Müzede sergi salonu ve depo olmadığı için savaş topları, gülleler ve Haliç'i kapattığı söylenen zincirin bir parçasından oluşan eserler bahçede sergileniyor. Yemyeşil bahçesinden nefes kesen Boğaz manzarası izlemek bile ziyaret için yeterli bir sebep.

Bozdoğan Su Kemeri

Kemeri olarak da anılır. Fatih ilçe sınırları içerisinde Saraçhane bölgesinde yer alır.
Bozdoğan Su Kemeri, tamamı 250 kilometre civarında olan bir su taşıma sisteminin parçasıdır. Antik dönemin en büyük su kanalı tesislerinden olan Valentin Su Kemeri, Konstantinopolis’in toplam 1 milyon metreküp olan su depolarını (sayısız yer altı sarnıcı ve açık havuzlar) dolduruyordu.
İstanbul tarih boyunca su sıkıntısı çeken bir kent oldu. Bilhassa imparatorluk başkenti olduktan sonra inşa edilen birçok büyük kamu binası, saraylar, nüfusun artması ve tabi hamamlar, su ihtiyacını had safhaya çıkardı.
Kendisi son derece tecrübeli bir yönetici olan İmparator Konstantin bu durumdan mütevellit, şehri başkent yapmasıyla birlikte bir su kemerinin inşasına da başladı. İnşaatın başlangıç zamanı kesin olarak bilinemiyor. Bu nedenle Konstantin’in hüküm sürdüğü 306 ve 337 yılları arasında bir tarih olduğu kabul ediliyor zira inşaatı onun başlattığından tarihçiler eminler. Emin oldukları bir diğer husus ise Konstantin’in ömrünün bu kemeri bitirmeye vefa etmediği ve yarım kalan işi İmparator Valens’in tamamladığıdır. Zaten bundan dolayıdır ki Roma halkı o dönem kemeri, Valens Su Kemeri olarak anmaya başladı. Günümüzde her iki isimde kullanılmakla birlikte Bozdoğan Kemeri adı biraz daha yaygın olarak kullanılmaktadır.
Kemere Roma döneminde çeşitli eklemeler ve bakımlar da yapıldı. Bunlar arasında belki de en önemlileri, Jüstinyen döneminde yapılanlardır. 1.Jüstinyen, Bozdoğan Su Kemeri’ni, Roma döneminde İstanbul’un en büyük su deposu olan Yerebatan Sarnıcı ile ondan sonra gelen Binbirdirek Sarnıcı’na bağlamıştı. Ayrıca 1.Theodosius da MS 328 yılında, Konstantinopolis’i çok ciddi bir şekilde etkileyen kuraklığın ardından şehre yeni bir kemer yaptırmıştı.

Yoros Kalesi

İstanbul’un yeşile bakan yüzü ve Karadeniz’e açılan nokta Anadolu Kavağı’nın en tepe noktasında bulunan Yoros Kalesi, İstanbul’daki tek Bizans kalesidir. Genellikle Ceneviz Kalesi adıyla bilinen, kaynaklara göre aslında bir Bizans Kalesi olduğu kesin olan Yoros Kalesi, 13 ve 14. yüzyıllarda inşa edildi. Yoros Kalesi’nin bu isminin Hieron’dan (kutsal yer) geldiği söylense de Zeus’un sıfatı olan Ourius’dan (uygun rüzgarlar) alındığı da iddia edilmektedir.

Yeşilin ve mavinin buluştuğu Anadolu Kavağı’nın tepesindeki kale, Bizans'ın gerilemesiyle birlikte bir dönem Cenevizlerin, ardından da İstanbul’un fethinden hemen önce 1391 yılında Türklerin hakimiyetine geçti. Türklerin eline geçmesinin ardından Yoros olarak adlandırılan kale, Karadeniz’e hakim bir arazide 500 metre uzunluğa sahip iki tepe üzerine konumlanmaktadır. Kalenin genişliği 60 ile 130 metre arasında değişmektedir. Kalede yaygın bir kullanım yeri bulmuş olan tuğlalar kare ve dikdörtgen şeklinde olup kare tuğlaların kenar uzunlukları 30-37cm, kalınlıkları da 3-4,5cm arasında değişiklikler göstermektedir. Dikdörtgen tuğlaların boyutları ise kare şeklindeki tuğlaların yarısı kadardır. Kalenin en gösterişli yeri çifte kulelerdir. Kuleler 6-7 sıra tuğla örgüsü üzerine ve 3-4 sıra çeşitli kesme taşlarla örülerek inşa edilmiştir. Aynı sistemin kalenin orijinal duvar örgülerinde de uygulandığı izlenmektedir. Burçlarda tuğla örgüler yaklaşık 60-70cm, taş örgü ise 95-110cm yüksekliğine sahiptir. Bu örgü sisteminin bazı burçlarda devam etmemesi, bunların farklı dönemlerde inşa edildiğini ya da onarıldığını göstermektedir. Kalede kullanılan tuğlaların renkleri de çeşitlilik göstermektedir. Kırmızımsı renkte tuğlalar yaygın olmakla birlikte pembemsi ve yer yer devetüyü sarısı renkte tuğlaların varlığı da dikkati çekmektedir.

Anadolu Hisarı

Anadolu Hisarı, İstanbul'un Anadoluhisarı semtinde, Göksu Deresi'nin İstanbul Boğazı'na döküldüğü yerdedir. Anadolu hisarı, 7.000 metrekarelik bir alan üzerine, Boğazın en dar noktası olan 660 metre mesafedeki bölgesine 1395 yılında, Yıldırım Beyazıt tarafından inşa edilmiştir.

Küçüksu Kasrı

Boğaziçi’nde, Küçüksu ile Göksu Derelerinin arasındaki alanda bulunan Küçüksu Kasrı’nın bulunduğu yörenin yerleşim tarihi Bizans dönemine dek inmektedir. Osmanlı döneminde padişahın has bahçelerinden biri olan Küçüksu ve çevresini, Sultan IV. Murad’ın (1623-1640) çok sevdiği ve buraya “Gümüş Selvi” adını verdiği bilinmektedir. 17. yüzyıldan başlayarak çeşitli kaynaklarda “Bağçe-i Göksu” adıyla geçen yörede, özellikle 18. yüzyıldan başlayarak yoğun bir yapılaşma izlenmektedir. Sultan I. Mahmud (1730-1754) döneminde Divitdâr Emin Mehmed Paşa, padişah için bu Hasbahçe’nin deniz kıyısına iki katlı ahşap bir saray yaptırmış, bu yapı Sultan III. Selim (1789-1807) ve Sultan II. Mahmud (1808-1839) dönemlerinde de onarılarak kullanılmıştır. Sultan Abdülmecid (1839-1861) dönemi, özellikle saray ve kasır mimarlığında Batılı biçimlerin tercih edildiği yıllardır. Sultan Abdülmecid, Dolmabahçe ve Ihlamur yapılarında olduğu gibi Küçüksu Kasrı’nın bulunduğu alanda da eski ve ahşap yapıyı yıktırarak, yerine bugünkü kasrı yaptırmıştır. 1857 yılında yapımı tamamlanan Küçüksu Kasrı, 15 x 27 m. bir alan üzerine yığma tekniğiyle ve kâgir olarak yapılmıştır. Bodrumuyla birlikte üç katlı olan kasrın bodrum katı; kiler, mutfak ve hizmetkârlara ayrılmış, diğer katlarsa bir orta mekâna açılan dört oda biçiminde düzenlenmiştir. Bu özelliğiyle geleneksel Türk Evi plan tipini yansıtan yapı, genellikle dinlenme ve av amaçlı olarak kullanılan bir “biniş kasrı” niteliğindedir. Devlete ait diğer saray yapılarının tersine yüksek duvarlarla değil, dört yönde kapısı olan ve döküm tekniğiyle yapılmış zarif demir parmaklıklarla çevrilidir. Sultan Abdülaziz (1861-1876) döneminde cephe süslemeleri elden geçirilerek zenginleştirilmiştir. Kabartmalarla süslü ve hareketli deniz cephesinde, bu cepheye yaslanmış şadırvanlı küçük havuzunda ve merdivenlerinde Batılı süsleme motifleri kullanılmıştır. Oda ve salonlar değerli sanat eserleriyle döşenmiş, Avrupa’dan sipariş edilen mobilyalara yer verilmiştir. Alçı kabartma ve kalemişi süslemeli tavanları, bir şömine müzesini andıran birbirinden farklı renk ve biçimde İtalyan mermerleriyle yapılmış şömineleri, her bir odada ayrı süslemeli ve ince işçilikli parkeleri, Avrupa üsluplarındaki mobilyaları, halı ve tablolarıyla zengin bir sanat müzesi niteliğindeki Küçüksu Kasrı’nın, Cumhuriyet döneminde bir süre devlet konukevi olarak kullanılmış olduğu bilinmektedir. 1992 yılında başlatılan kapsamlı bir restorasyon projesiyle Küçüksu Kasrı’nın denize kayması engellenerek, 1996 yılında yeniden müze-saray olarak ziyarete açılmıştır. Kasrın hemen yanı başındaki iskele, çeşme meydanı ve özgün bahçenin geçmişte olduğu gibi halkın eğlenip dinlenebildiği bir mesire kimliğine kavuşturulması amacıyla çeşme civarında ziyaretçilere kafeterya hizmetleri verilmekte, genişletilen rıhtım ulusal ya da uluslararası nitelikteki resepsiyonlara tahsis edilebilmektedir.

Yedikule Zindanları

Yedikule, aslında adı gibi bir zindan oluşturmak amacı ile değil, Bizans'a misafir gelen kralları ve yabancı sarayların mensuplarını ihtişamlı bir şekilde karşılamak için yapıldı. Türk Tarih Kurumu'nun yaptığı araştırmalara ve elde edilen tarihi verilere göre, başlıkta belirtilen Altın Kapı'yı bir zafer takı olarak dönemin Bizans İmparatoru Theodosius inşa ettirdi. Theodosius'tan sonra tahta geçen oğlu da dört tane yüksek gözlem kulesinden oluşan bir kaleyi kapı ile birleştirdi.

Genç Osman Kulesi
Bu kulenin Osmanlı tarihinin en genç padişahlarından Genç Osman'ın adını alma nedeni aslında padişahın katledildiği yerin bu bölgenin ikinci katında olmasıdır...

Cephanelik Kulesi
Adından da anlaşılacağı gibi devlete bağlı olduğu süreçte cephane deposu olarak kullanılmıştır. Ayrıca iki hapishane dışında devlet suçlularının hapsedildiği zindanlardan da birisiydi. Yapıyı ziyaret ettiğinizde kirişle tutturulmuş ahşap katları görebilirsiniz.

III. Ahmet Kulesi
Bu kule günümüze kadar dayanamamış ve depremlerle yıkılmıştır. Devrimci padişah III.Ahmet'in adını almasının sebebi yapım ve onarımına bu padişah tarafından büyük katkı yapmış ve katlarının kirişlerle tutturulmasını sağlamış olmasıdır.

Hazine Kulesi
Hemen üstteki başlık Yedikule Zindanları'nın Kronolojisi'nde de göreceğiniz gibi bu hisar bir dönem hazinelerin muhafaza edildiği yerdi. Devletin sahip olduğu bu hazine, Hazine Kulesi'nde tutulurdu. Fakat daha sonra III. Murat döneminde hazine saraya aktarıldı. Kulenin tarihindeki bir diğer olay ise, hemen yanında bulunan Yanan Kasır köşkünde çıkan yangından etkilenmesi fakat daha sonra onarılmasıdır. Köşkün "yanan" sıfatını almasının sebebi de bu yangındır.

Zindan Kulesi
Kitabeler Kulesi adıyla da anılır. Zindan olarak kullanılan iki kuleden birisidir. İçinde bulunan ahşap katlar çıkan yangınlarda yanarak hasar görmüştür.

Top Kulesi
Yangında yanan bir diğer kuledir. Hapishane olarak da kullanılmıştır.

Bayrak Kulesi
Altın Kapı'nın üstündeki kuledir. Yedi kule arasında en sağlam olanıdır. Sancağın dalgalandığı yer olması nedeniyle yeniçeriler burada nöbet tutardı. Sağlamlığını günümüzde de korumaktadır.

Dolmabahçe Sarayı

Dolmabahçe Sarayı’nın bulunduğu Beşiktaş sahil bölgesi, geçmişte Boğaziçi’nin koylarından biri olarak gemicilik faaliyetlerine sahne olmuş bir alandır. Antik çağlardan itibaren gemilerin sığındığı doğal liman olan bu koy, Bizans Dönemi’nde de yöneticilerin ilgisine mazhar olmuş ve bu bölgede kraliyet sarayları inşa edilmiştir.
Osmanlı Dönemi’nde donanma gemilerinin demirlendikleri ve denizcilik törenlerinin yapıldığı bir liman olarak işlev gören sahil bölgesi 16. yüzyılda doldurulmasıyla beraber “dolmabağçe” adını almıştır. Resmi ikametgâh Topkapı Sarayı olmasına karşın “dolmabağçe” bölgesi de giderek tercih edilen ziyaret yerlerinden biri olmuş, padişaha ve hanedana ait hasbahçe olarak kullanılmaya başlanmıştır. 19. yüzyıla kadar bu hasbahçe üzerinde inşa edilen köşk ve kasırlar topluluğuna “Beşiktaş Sahil Sarayı” adı verilmişti. 19. yüzyılda ise, çağın yenilenme ve modernleşme rüzgârının etkisi Osmanlı’nın kültürüne, yönetimine yansıdığı kadar saraylarına da yansımaktaydı. Bu yenileşme rüzgârının ortaya çıkardığı en görkemli eser ise bugün İstanbul’un en büyük üçüncü saray yapısı olma ünvanına da sahip olan Dolmabahçe Sarayı’dır.
Sultan Abdülmecid Dönemi (1839-1861), Beşiktaş Sahil Sarayı yapılarının işlevsellik açısından eksik kaldığının hissedildiği bir dönemdir. Bu yapılar yıktırılarak yerine Dolmabahçe Sarayı’nın yaptırılmasına karar verilir. 13 Haziran 1843 yılında inşasına başlanan Dolmabahçe Sarayı, 7 Haziran 1856’da kullanıma açılmıştır. 110 bin metrekarelik bir alanda, Boğaz’a nazır muhteşem bir manzaranın hakimi konumda yer almaktadır.

Kuleli Askeri Lisesi

Kuleli Askerî Lisesi, Üsküdar Çengelköy Boğazı kıyısında yer alan askeri bir okuldur. Okulun amacı Türk Silahlı Kuvvetlerine mevcut subay ve Kara Harp Okuluna kaynak teşkil edecek öğrenci yetiştirmektir. Silahlı Kuvvetlerimizin subay adaylarını yetiştiren Kuleli Askerî Lisesi, 21 Eylül 1845 tarihinde “Mekteb-i Fünun-u İdadi” ismi ile Dolmabahçe Çinili Köşk’te öğretime açılmıştır.
1846-1872 yılları arasında Maçka ve Harbiye kışlalarında eğitimine devam eden Mekteb-i Fünun-u İdadi, 1872 yılında Kuleli kışlasına taşındı ve Kuleli Askerî İdadisi adını aldı.
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın başlaması ile Pangaltı’daki Harbiye kışlasına nakledildi. Savaşın sona ermesi ile 1879’da tekrar Kuleli kışlasına döndü.
1912-1913 Balkan Harbi sırasında, hastane şekline dönüştü ve öğrencilerin bir kısmı, Adile Sultan Sarayı'na, bir kısmı da Beylerbeyi Sarayı’nın yanındaki binalara nakledildi.
1913 yılı sonunda tekrar bugünkü binasında öğretime başlayan Kuleli Askerî Lisesi, Temmuz 1920’de İngilizlerin talebi üzerine binasını tahliye ederek, sırasıyla Kâğıthane’deki çadırlarda, Maçka Kışlası ve Beylerbeyi Sarayı yanındaki binalarda öğretime devam etti.

Kız Kulesi

Kız Kulesi, MÖ 5.yy’da Yunanlar tarafından İstanbul Boğazı’nın Üsküdar Salacak sahiline yakın bir noktaya kurulmuştur. Üsküdar’da, Roma İmparatorluğu’ndan kalma tek mimari eserdir. Tarih boyunca farklı amaçlarla kullanılmış ve hakkında çokça rivayetler üretilmiştir. Şimdi biz de önce tarihine sonra efsanelerine bir göz atalım.
Haldun Hürel, yaptığı araştırmalara dayanarak “sala” kelimesinin köy anlamında kullanıldığını ifade eder. Salacak ise küçük köy – şirin köy anlamındaki “salacık”tan türemiş. Yani muhtemelen burası geçmiş dönemde küçük bir köy idi. Kız Kulesi’ne de daha ziyade bu köyden ulaşılıyordu, tıpkı bugünkü gibi.
Antik Dönemde Kayalıklar
Resmi kaynakları baz alan tarihçiler, Kız Kulesi’nden ilk defa MÖ 400’lü yıllarda bahsedildiğini belirtirler. Bilindiği kadarıyla deniz ticareti için bir gümrük noktası olarak kurulmuştur. Kuran ise Atinalı bir komutandır. Atina, o dönem önemli ve bölgede hakim bir Yunan şehir devleti idi. Yüzyıllar boyunca bu küçük kayalığın, kendisine yüklenen bu görevi yerine getirdiği bilinen bir gerçektir. Bununla ilintili bir de efsane vardır, aşağıda anlatacağım.
Yalnız şunu belirtmekte fayda var, Kız Kulesi, hakkında çokça söylenti ve rivayet olan fakat kesin bilgisi en az olan İstanbul eseridir. Bunu şunun için belirtiyorum, burasının bir dalga kıran olarak inşa edildiğini iddia eden tarihçiler de var. Tabi en çok kabul gören bilgi, yukarıda yazdığım ilk anlatıdır.
Roma Devrinde Kız Kulesi
Yüzyıllar sonra yani Byzantion, Konstantinopolis olduktan sonra buraya ilk kule dikilir. Romalı tarihçilere göre bu ilk kuleyi yaptıran kişi, Roma tarihinde önemli bir hanedanlık olan Komnenos hanedanından, İmparator Manuel Komnenos’tur (1143 – 1180). Bazı kaynaklarda kulenin yapım tarihi olarak 1110 denir fakat bu Aleksios Komnenos dönemine denk gelir ki onun dönemini anlatan tarihçiler, Kız Kulesi’nden hiç bahsetmezler.
İmparator Manuel’in bu kuleyi yaptırmasında 2 neden vardı: İstanbul Boğazı’nı denetim altına almak ve ticari gemilerden vergi almak. Bunu desteklemek için de kule ile Avrupa sahili arasına kalın bir zincirin çekildiği, zincirin batmaması için onlarca sal kullanıldığı yazılır. Bir anlatıda ise ilk kulenin, tüm çabalara rağmen zincirin ağırlığını kaldıramadığı ve yıkıldığı söylenir.
Boğazın kontrol altına alınması amacıyla dedim ama burada şunu hatırlatayım; Kız Kulesi, İstanbul’un fethi esnasında önemli bir görev üstlenmemiştir. Yalnızca Venedikli bir komutanın emrinde küçük bir birlikle istihkam edilmiş. Zira son birkaç yüzyıldır bozulan Roma maliyesi, kulenin önem kaybetmesine neden olmuştu. Bu nedenle o meşhur zincir, 1453 yılında Haliç’e çekilmiştir.
Roma devrinde kule, tıpkı Osmanlılarda da olacağı gibi zaman zaman bir sürgün ve tecrit yeri olarak kullanılmıştır. Şehirde yaşayan Romalılar ise kule hakkında pek çok hikaye anlatmış ve efsaneler türetmişler. Hatta kuleye dönem dönem bu hikayelere göre isimler vermişlerdir. Bunlara aşağıda değineceğim.
Osmanlı İmparatorluğu’nda Kız Kulesi
Osmanlılar Kız Kulesi’ne “imparatorluk” sıfatıyla birlikte sahip oldular. Yani gücünün doruk noktasına yaklaşırken! Dolayısıyla ne şehri fetheden Fatih Sultan Mehmet Han ne de diğer padişahlar burayı savunma amaçlı kullanmadı. Zaten Rumeli ve Anadolu Hisarları varken gerek de yoktu.
Fatih dönemi tarihçileri, burada sultanın emriyle yeni bir kule yapıldığını yazarlar. Ne amaçla kullanıldığını kesin olarak öğrenemedim. Muhtemelen yine gümrük kulesi olarak vazife yapmış olmalı. Bu kule, zaman zaman diğer yazılarımda da hatırlattığım ve İstanbulluların “Küçük Kıyamet” dedikleri 1509 depreminde zarar görmüş. Yine bir çok eseri onaran dönemin meşhur mimarı Hayrettin tarafından onarılmış. Bundan yaklaşık 200 yıl sonra ise fener olarak kullanılmaya başlandı. Bu seferde kullanılan kandil yağı nedeniyle tutuştu ve yandı. Yerine yapılan yeni kule ise kagir olarak inşa edildi.
Kız Kulesi, çeşitli dini ve diplomatik törenlerde top atışı için de kullanıldı. Kimi Sultanlar ise burayı bir seyir mekanı ya da dinlenme alanı olarak kullandılar. Bir hikayeye göre Sultan 1.Abdülhamit, burada rüzgar ve dalga sesleriyle neredeyse sabahlamıştır. 1.Mahmut ise Kız Kulesi’nde, rüşvet aldığı iddia edilen bir Darüssade ağasını idam ettirmiştir.
Kız Kulesi’nin bana göre en ilginç görevi, 19.yy’da İstanbul’da yayılan bir veba salgını esnasında hastaların tecridi için kullanılması olmuş.
Cumhuriyet ve Kız Kulesi
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından hemen önce kule tekrar deniz feneri olarak kullanılmaya başlandı. 1940’larda zemini sağlamlaştırıldı. 1980’lerin başında askeri amaçlı radar istasyonu olarak görev yaptı. Şu anda ise özel bir şirket tarafından seyir mekanı ve restoran olarak işletilmektedir.

Sultan Ahmet Cami

İstanbul’un en ünlü camisi hangisidir diye sorarsanız, pek çok kişiden Sultanahmet Camii yanıtını alırsınız. Tüm dünyanın Mavi Cami (Blue Mosque) adıyla tanıdığı Sultanahmet Camii, 6 minaresi ve içini süsleyen mavi İznik çinileriyle ünlü.
Osmanlı Padişahı I. Ahmet tarafından 1609-1617 yılları arasında Mimar Sedefkâr Mehmed Ağa’ya yaptırılan Sultanahmet Camii, Ayasofya’nın tam karşısında yer alıyor ve güzelliğiyle ona meydan okuyor. Klasik Osmanlı mimarisinin en önemli eserlerinden biri olan Sultanahmet Camii, ihtişamını büyüklüğünden değil zarafetinden alıyor.

Büyük Mecidiye Cami

Büyük Mecidiye Camii ya da halk arasında bilinen adı ile Ortaköy Camii, İstanbul Boğaziçi’nde Beşiktaş ilçesinin, Ortaköy semtinde sahilde bulunan Neo Barok tarzında bir camiidir. Cami, Sultan Abdülmecid tarafından Mimar Nigoğos Balyan’a 1853 yılında yaptırılmıştır. Oldukça zarif bir yapı olan cami Barok üslubundadır.

Eminönü Cami

Eminönü’nde denizin kıyısında yer alan Yeni Cami ya da Valide Sultan Camii’nin inşasına 1597 yılında Sultan III. Murat’ın eşi Safiye Sultan’ın emriyle başlanmış ancak 1665’te zamanın padişahı IV. Mehmet’in annesi Turhan Hatice Sultan’ın bağışlarıyla tamamlanmış.
Aslında 400 yıllık olan cami, Süleymaniye ve Sultanahmet camilerinden sonra inşa edildiği için “Yeni Cami” adıyla anılmaya başlanmış.
Yeni Cami, iç mimarisi Süleymaniye ve Sultanahmet camilerininki kadar başarılı olmasa da hala İstanbul’da gezilecek en popüler camilerden biri. İstanbul’un siluetini çizen önemli simgelerden biri olan Yeni Camii, güvercinleriyle de ünlü. Eminönü’ne yolu düşenler için Yeni Cami’nin önünden kuşlara yem atmak, adeta bir geleneğe dönüşmüş.

DEVRECAR CAR RENTAL

INTERNATIONAL

ARAÇ FİLOMUZ

SİZİN TERCİHİNİZ

[email protected]
+90 232 251 23 13
+90 532 318 14 34 / TR
+90 532 235 35 45 / EN
Atif bey mah. Feridun Pözüt cad. No:24/C
Gaziemir-Izmir havalimanı yanı
İzmir / Türkiye
© COPYRIGHT Devrecar 2005 - 2024 Tüm hakları saklıdır.

Kapat